Duyurular

Üç Bilinenli (!) Denklem

18 Aralık Dünya Göçmenler Günü. Bu bir kutlama günü değil, dünyalıyı göçmen sorunuyla yakından ilgilenmeye çağırma günü. Göçmen deyince aklınıza sadece lüfer balığı ile leylek kuşu gelmesin, lütfen. Kulunuz da bir zamanlar siyaseten göçmenlik etmiş idi. Benim için anlamlı bir günde iki çift laf etmemek aslımı inkâr olur, diye düşündüm.

 

Düşündüm ve hep düşünürüm ki, “küresel dünya”da paralar, mallar ve bilgi serbestçe dolaşır da, insan niye tutsaktır? “Havasına suyuna, taşına toprağına, bin can benim yurduma” da desen, “bir başkadır benim memleketim de desen, “önce vatan” da desen, ne dersen de, nihayetinde bir büyük hapishanedir yaşadığın ulus devlet. Yani giriş ve çıkışları denetimli alandır.

 

Mesela bizimki 777 bin kilometre kare. İzmir’den Kars’a volta, orta yer Konya! Komşu hapishane Yunanistan 132 bin kilometre kare. Onların hem bin kadar mavi sulara serpilmiş adası var, hem de Avrupa Birliği’ne üyeler. Yani dört milyon metre kareden fazla bir alanda volta atabiliyorlar. Bir dönümden küçük “E Tipi hücre” tarzında ülkeler bile var. Cümlemizi Allah kurtarsın!

 

Kuşlar ve balıklar ve sair canlılar gibi yerkürede özgürce dolaşmak insanın da hakkı değil mi? Düşünsenize, cami avlusundaki çınar dalından, kilise avlusundaki kayın dalına, Karadeniz’in kara suyundan Kızıldeniz’in kızıl suyuna, hapishane avlusundan düşlere ekilmiş bereketli aşk topraklarına, Yeşil Burun Adaları’na mesela, mesela uyku tutmadığında Petersburg’a, Nevski Bulvarı’nın beyaz gecelerine uzanmak ve dili diline benzemez bir ehlidilin uzak diyar kapısına dayanmak bir sabah… Şair’in gönlünden geçen gibi yani: “Kuş olup uçsam sevgilinin diyarına.” Gel gör ki, işler böyle değil. Göç yolları sınırlarla kapalı. İzin kağıdıyla bu sınırlardan rahatça geçenlere turist ve iş adamı diyorlar, kağıtsız olanlar ise göçmen ve mülteci. Vay onların haline!

Göç ve iltica, göçmen ve mülteci. Ne farkı var? Göçmen, bir tehlikeye maruz kalmadan, iradesiyle ülkesini terk eden canlı. Mülteci ise, bir tehdit karşısında, vatandaşı olduğu ülkeden başka topraklara sığınmak zorunda kalan insan. İltica bir temel insan hakkı ve mülteciler Birleşmiş Milletler (BM) güvencesinde. Ama Türkiye Cumhuriyeti bu hakkı da “tam” olarak tanımıyor. Coğrafi çekinceleri var: Sadece Batı’dan (!) gelenler mülteci olarak kabul ediliyor! Harika! Fransız dilberine iltica hakkı, burkalı Afgan kadına yasak! Oysa siyasi, dini veya sair bir nedenle zulüm ve zulüm tehdidi ile karşı karşıya iseniz, sığındığınız ülke sizi kabul etmek zorunda. İşkence nasıl bir insanlık suçuysa, ilticayı engellemek de bir insanlık suçu. Türkiye’de mülteci ve göçmen hakları için mücadele eden sivil toplum kuruluşları iltica hakkının bu ülkede “resmen” çiğnenmiş olması haline, bu insanlık suçuna karşı da mücadele ediyorlar. İşleri zor, çünkü devletliler bu ayıplı halden kurtulmanın değil, onu Avrupa Birliği’’ne karşı bir koz olarak kullanmanın peşinde.

 

Göç ve iltica, göçmen ile mülteci öylesine iç içe kavramlar ki… Elbette insan kuş değil, balık değil, bakmayın siz benim hayallerime. İnsan mevsime bağlı iklim değişikliğiyle değil; siyasal, ekonomik, inançsal, etnik, cinsel ve sair nedenlerle, iç savaş nedeniyle göçe kalkışan bir canlı. Ama insan, tabiatla ilişkisine bağlı olarak da göç etmek zorunda kalabiliyor. Depremler, seller, kuraklıklar ve sair doğal nedenler gibi. Öyleyse neden “göç doğal bir insan hakkı” olarak kabul edilmiyor?

Yerinden edilenler (internally displacement person-IDP) diye bir kavram duydunuz mu? Açık anlamı şu: “Zorla ya da mecbur kalarak, şiddet içeren durumlardan, insan hakları ihlallerinden veya doğal ya da insan kaynaklı felaketlerden korunmak için, devlet sınırlarını geçmeksizin kaçan ya da bu yerleri terk eden kişi ya da bu tür kişilerden oluşan topluluklar.” Doğal nedenli IDP’ler özellikle geçen yüzyılın sonlarına doğru çok artış göstermeye başladı. Son altmış yılda sayıları iki yüz milyona varan bir kitlenin yer değiştirmek zorunda kaldığı tahmin ediliyor. BM, devlet sınırlarını aşmayan veya aşamayanlara da kol kanat germeye çalışıyor. BM’in eti ne, budu ne, yapabildikleri bir yere kadar.

 

İç savaşlar, etnik çatışmalar nedeniyle yerinden edilme tarih boyunca hep oldu ve biz buna hem yakın zamanda, hem de yakından tanık olduk. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ta Saddam zulmüyle iki milyona yakın insan yerinden edildi. Türkiye sınırlarına dayanan beş yüz bin Irak vatandaşı Kürt’ü hatırlayın. Eğer sınırdan içeri sokulmasalardı ne olurdu? Böyle durumlarda hayırlı bir karar almak, hala “benim işçim, benim köylüm” nutku atan yöneticilerin insafına bırakılabilir mi?

Felaket uzağımda diyen aymazlara şaşarım! Hepimiz aynı küreye ayak basıyoruz, hepimiz aynı kayıktayız! Küreselleşen dünyada devletlerin en azından ekolojik nedenli kitlesel göçlere bakarak küresel önlemler almaları gerekmez mi? Örneğin “de facto” durumlarda sınırlardan geçiş hakkı gibi bir yeni kavram tartışmaya sunulamaz mı? Hayır, tam tersine, başta Avrupa Birliği olmak üzere devletler ve topluluklar iltica hakkının kullanılmasını engellemek için sınırlarını tahkim etme peşinde. Böyle davranan ülkeler insanlık sınavında geçebilir mi?

 

Sınavı geçmek için aşağıdaki üç bilinenli denklemi insan esaslı olarak çözünüz:

Küresel dünya, ulusal sınır ve temel hak ve özgürlükler = ?

 

Talat ULUSOY

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu